12 Eylül 2025 Cuma

Başköylü Hasan Efendi -Nutuk




Yer gök yok iken biz var idik

Varın emriyle sır gömleğini giydik

Nikâhımız kılındı ervahı ezele erdik

Rahmet Deryası’ndan gayri yok dediler.


Mekânımız oldu Rahimi Rahman

Otuz harfle heceyi Kuran

Başımızın tacı belde kemeri nuran

Kalbimizde furkan yok dediler.


Cennette kubbemiz nurdandır ışık

Doğurduk doğduk sallandı beşik

Âdem gördü onu, oldu hem âşık

Kubbeye girmeye yol yok dediler.


Cenabı Hakk ile bir mekânda kararımız

Biz kul olduk Hakk ile ikranmız

Yaptık yoğurduk verdi fermanımız

Bu dünyadan başka dünya yok dediler.


Dünyayı biz yaptık yoğurduk

Muhammed Ali ervahlannı doğurduk

Dü cihana tellal olduk bağırdık

Hakikatten gayri ikrarımız yok dediler.


Dünya ahiret iki kısma ayrıldı

Birine baki diğerine fani ismi verildi

Her can aslı aslına sarıldı

Kuran’da kan katil yok dediler.


Baki Kuran’dır fani furkan

Fani dünya için döküldü kan

Bâki Hakk’ın emriyle mutlu HAŞAN

Hilafı yok doğrudur dediler.


İmtihan olmak için geldik cihana

Kol kol olduk dağıldık her yana

Şit İsmail ile sanldık bir cana

Ana baba bir, yad yok dediler.


Şit ile nikahımız kubbede kılındı

Doğum beşiğimiz sırda sallandı

Emrî fermanımız ikrarda alındı

Ervahımız birdir fark yok dediler.


Cümlemiz birbirimize eyledik secde

Nur doğdu aleme eyleyin müjde

Secdeye varın niyaz edin siz de

Âdem ’le Havva’ya secde yok dediler.


Fırkayı Naciye, firkayı acıdan ayrıldı

İkrar îmana yol namı verildi

Kırklar Cemi’ne postumuz serildi

İkrarsıza dar didar yok dediler.


Nuh’un tufanı gktı dize

Sırdan nikabı çektik yüze

İbrahim Halilullah dediler bize

Nan nur oldu ateş yok dediler.


Sağ kolumuzu verdik Hacer’e

Kurban olana verildi seçere

Mekke yolunda susuz kaldık biçare

Aradık dağı, taşı su yok dediler.


Ayağımızı vurduk su gktı yüze

ikrar rahmet deryasında verildi bize

Abu zemzem dediler suyumuza

Bundan başka kevser yok dediler.


İbrahim, Hacer aslındandır aslımız

Kureyşî Haşîmi neslindendir neslimiz

Nur ile münevver olmuş kara kaşımız

Mustafa’dan gayri güzel yok dediler.


Ana rahmine düştük hayırlı gecede

Bir makam göründü gayet yücede

Hem doğurdu hem doğduk Hatice’de

Fatıma’dan başkası hiç yok dediler.


Atam Muhammed’dir tacı serimiz

Ali Murteza’dır belde kemerimiz

Haşan, Hüseyin’dir Şepperi Şüpperimiz

Tedipten gayrı göz yok dediler.


Doğumda ispat olundu vücut

Rahmet çeşmesi Fatıma’da mevcut

Cümlemiz birbirimize eyledik sücut

Tedipten öteye yol yok dediler.


Evladı Resulde yolumuz düzüldü

Talip namıyla ismimiz yazıldı

Doksan bin kürrede ezilip süzüldü

Pişmiş hel olmuş çiğ yok dediler.


Doğumdan doğuma geldik Ismet’e

Aldılar bizleri halkayı çembere

Aradılar bulamadılar haramı şerre

Şeydi zülâl olmuş haram yok dediler.


Dedem İbrahim’dir ebem Emine

Kamer’den süzüldük İsmet damına

Defterimiz yazıldı Hacı Kureyş namına

Evladı Resuldür yalan yok dediler.


Tamam oldu günümüz geldik dünyaya

Cenabı nurumuz benzer gün ile aya

Elestü bezminden geliyor bu maya

Sütü temizdir çiğ yok dediler.


Anamız emzirdi geldik yediye

Nefis ile düştük dedikoduya

Kulak verildi içerdeki maddeye

Kendinden bir haberi yok dediler.


Yirmiye kadar çok bela çektik

Bir iki tarlaya tohumu ektik

Yirmi birinde nikâh altına girdik


Ondan sonra haram yok dediler.

Kendimize baktık ne uzun ne kısa

Görürüz yanımızda vardır bir kimse

Taksimi ezelden verildi bu hisse

Bundan iyi tellal yok dediler.


Bize dediler mahşer tellalı

Ak defter ile seçsin helali

Seçilecektir hakikatin malı

Aşikârdır gizli yok dediler


Kıyamet olunca ölüler dirilecek

Her can kendini meydanda bulacak

FATIMA talip olanı alacak

Geriye kalana şefaat yok dediler.


FATIMA kim olduğunu edelim beyan

Gâhi kız, gâhı öğlem geldik ayan

Zülfikâr’ı biz eyledik ihsan

Buna şek şüphe yok dediler.


Batın erenleri böyle okudu künyemiz

Kendim Mustafa’yım İbrahim’dir özümüz

imam Haşan, Hüseyin’dir Ali nikâhımız

Tasdikli künyeye Hakk’tır dediler.


imtihan olduk imtihan bitti

Kırk birinde defterine kaydetti

İkrar imcin carımıza yetti

Dünya ahiret korkusu yok dediler.


İmcim Haşan evladıyız gizlidir sırrımız

Nice bin kez geldik kimse bilmez yerimiz

Neslî Hacı Kureyş Mevali’dir pirimiz

Kureyş’ten gayn bir pir yok dediler.


Şimdiki ismimiz koyduk HASANİ

Ervahı ezelden FATIMA canı

Koyunun evladıyız hem de çobanı

Bu çobandan yüce hiç yok dediler.


Başköylü Hasan Efendi-

4 Ağustos 2025 Pazartesi

Aşk üzerine-Koray Aker

 




Ölüm bizi ayırana kadar versiyonu eski tarz evlilik de, bakalım yolunda gidecek mi tarzında sözüm ona geçici birlikte yaşamayla eskisinden zaten biraz uzaklaşmışken, yerini yarı zamanlı esnek bir araya gelmeler e bırakmıştır.

Akışkan Aşk, Zygmunt Bauman



Engels uygarlık öncesi erkeğin kadın bolluğu içinde yaşadığını  özgür ve mutlu olduğunu yazar. Tarım devrimi özgür erkekliğinin sonu oldu.Özel mülkiyetin tek elde toplanması babalığın keşfi gibi tarihsel gelişmeler miras hukukun yeniden organizasyonu zorunlu kıldı böylece monogam aile ve onun nitel bir sonucu  olan erotik aşkın keşfi gerçekleşti.

Bu süreçten sonra erkeğin familusu ( karısı) onun tüm ruhsal ve fiziksel uğraşı haline geldi  özgür erkeklik yerini aşk ideoloji ve onun nevrozlu doğası tarafından köreltilmiş köle erkeğe bıraktı. Uygarlık erkeğin özneliği yitirdiği yerdir. Çünkü tüm pişişik alanı tek eşlilik ve onun lanetli mirası aşk ideolojisi tarafından kuşatılmıştır.Aşk ideolojisi erkeğin aşil topuğudur.

Şu Marksçı anlatı din proleterin afyonudur, öyleyse aşk ideolojisi de Erkeğin afyonudur.Özgür erkekliğin önünde üç  önemli engel vardır aşk ideolojisi, tek eşlilik ve kutsal annelik miti, Erkekliği kolonize eden ve onu kısıtlayan bu üç eğilim ile hesaplaşılmadan özgür erkeklik inşa edilemez 



Sevginin sevgi ile güvenin güvenle değiştirildiği ideal bir dünya Marksçı cinsiyet anlatısı bu tahayyülüne dayanıyordu. Marx özel mülkiyet toplumun ürünü olan tüm asimetrik (cinsel sınıfsal vb.)ilişkilerin ortadan kalkması ile birlikte ekonomik etkenin boyunduruğundan ve toplumsal baskılardan arındırılmış birlikteliklere dayanan özgür aşk ideali üzerine kurulu bir toplumun gelişeceğini düşünüyordu.


Engels aşkın özcü bir temeli olmadığını görece sonradan geliştiğini antik çağ öncesi toplumlarda aşktan söz edilemeyeceğini belirtmişti. Söz gelimi Aşk sosyal bir yapıydı ve ataerkil monogam ailenin eseriydi.Marksın geleceğin toplumu ile ilgili öner sürdüğü özgür aşk ideali üzerine kurulu ideal dünya gerçek dışı ve romantik denebilecek bir idealdi. Marx dışında pek çok sol akım çeşitli reçetelerle ortaya çıktı eşitlikçi bir toplumsal düzende cinsel iş bölümünü düzenleyen bir etken olarak aşkın rolünü yücelten ve öne çıkaran ütopik vizyonlar ve sosyal deneyler ortaya sürüldü. Cinselliğin üremeye dayalı formel işlevini yitirdiği 20 yy. sonrası toplumunda cinsellik aşktan ayrılarak bağımsız bir faaliyet haline geldi. Aşk ise çifte yön veren bir etken olmaktan çıkarak önemini yavaş yavaş yitirdi.Baumanın değimi ile Artık her yerde ona rastlanıyor, ama o hiçbir yerde barınamıyor.


Freuda göre ise sevgi basitçe libidonun sonucudur, cinsler arasındaki kozmik ilişkiyi son derece maddeci bir tarzda ele alan freud, Cinsellik ile kültür arasında çatışmadan yola çıkarak cinsel kurtuluş mitini şu temele oturmuştur, tüm içgüdüleri tatmin edilmiş bir toplum ve kültürden kurtarılmış bir cinsel ahlak toplumsal refahı ve huzuru getirecektir, Tüm modern sol ve sağ doktrinci ideolojiler bu cinsel kurtuluş mitine güçlü biçimde sarılarak toplumsal kurtuluşun ereği haline gelen bu toteme bel bağladılar, Bugün freud ve onun modern müritlerini ciddiye alan kimse kaldı mı bilmiyorum ama patriarkanın hapishanesinden kurtarılan cinsellik artık üremeye dayalı formel bir işlev olamaktan çıkarak ve aşktan ayrılarak bağımsız bir faaliyet halini aldı. Ancak Freudun idda ettiği gibi ne mutlu bir toplum doğdu ne cinsel şiddet son buldu nede cinsler arasındaki ilişki bir esenliğe ulaştı aksine her alanda patlayan cinsellik söz konusu olmasına rağmen (porno fuhuş medya) Cinsel özgürlük miti sahip olduğu ereğe uygun biçimde toplumu düşkünlükten kurtaramadı,


Erich Fromm göre ise sevgi yaratılması gereken yüksek bir kültür bilincidir çünkü from sevginin özcü temellerine ve cinsel taşkınlıktan doğan basit değiş-tokuşa güvenmiyordu bu yüzden Freuda şiddetli biçimde karşı çıkmıştı.


Cinsiyetin post dağılımı ile ilgili senaryolarda artık aşktan söz edilmiyor, ben nesli eserinde jean twenge  yeni nesil ilişkileri  ele aldığı çalışmasında, hiç bir karşılıklı güvence ve beklentiye dayanmayan gelecek kaygısı taşımayan bir versiyondan söz etmektedir gençler artık büyük anlatılara romantik ideallere inanmıyor ve ilişkilerine takılmak değimini kullanıyor, Bu postmodern versiyon Anthony Giddensin meşhur saf ilişki teorisine uymaktadır. Bir ilişkiye duygusal yatırım yapmak çoğu zaman riskli ve belirsiz bir geleceğe yatırım yapmaktır.


Pascal morelli postmodern ilişkileri şu şekilde açıklamaktadır bir zamanlar çiftler tek bir elmanın bütünü olarak kabul görürken postmodern ilişkilerde çiftler artık aynı elmanın bütünü değil ayrı ayrı otonomlardır. Özetle postmodern ilişkilerde herkes geçici ve anlık ilişkiler içinde tek kullanımlıktır  büyük tutkular yerini cinsel sefahatlere bırakmıştır.  Romantiğin ölümü gerçekleşmiştir.


Post modern toplumda, birey günlük, geçici hazların, peşindedir. Anlık tatminler, istemektedir. Aşk, sevgi, romantizm gibi sıcak duygular, demode ve angarya olarak görülürken, hedonizm post modern bireyin yaşamında, başat hale gelmiştir. İlişkiler artık, belirli bir angajmana dayanmamakta, bir yatırım olarak görülmemektedir. Kıskançlık aidiyet, bağlılık, gibi güçlü duyguların, yerini kayıtsızlık almıştır. Hiper bireycilik çağında, her türlü domestik yaşam bileşeni ( aile-toplum vb.) ortodoksi üretmekte, post modern bireyi, sınırlamaktadır. Öte yandan post modern birey, paradoksal biçimde, sınırsız, özgürlük mottosuna rağmen, kronik biçimde tatminsizdir ve temsil krizi yaşamaktadır



Aşk cinsler arasındaki tarihsel mübadelenin ve pragmatik ilişkinin soyut gönderendir.Bu pragmatik  ilişki aşk ile metafizikleşir ve gizeme bürünür ve çekici hale gelir. Arthur schopenhauer değimi ile Aşk sadece türün hayatta kalması, soyunu devam ettirmesi ihtiyacıdır.Ancak uygarlığın doğması ve kültürün ortaya çıkışı ile birlikte cinsler arasındaki bu zorunlu mübadele metafizikleşerek ahlaki bir temele bürünmüştür. 

Bizler ilahi bir planın parçası değiliz sosyal hayvanlarız. ileri kapitalizm bu doğamızı açığa çıkarmıştır ve cinsiyet savaşlarını sertleştirmiştir. Toplum ilahi bir planın parçası olmadığı için şimdilerde sosyal darwinist bir çekişmenin merkezindedir. Güçlü olan ayakta kalır. Büyük ahlak idelai üzerinde yükselen topum ve aşk ideali üzerinde yükselen cinsiyet temeli rejimler çözüldü ve yerini cinsel ve ekonomik kayankların mübadelesine dayanan sert çatışmalara bıraktı. 

Cinsiyetlerin tarihi ekonomik ve cinsel kayankların mübadele tarihinden baka birşey değildr cinsiyetler arası zihin ve beden içeren tüm çatışmaların temelide bu mübadelidir.

Erkekler aşk tek eşlilik ve evlilik gibi nornatif sözleşmeleri mistik kadınlık üzerine inşa etmişlerdir. Mistik kadınlığın çözüldüğü ve kadının gerçek doğası ile hareket ettiği ve  cinselliği rekabetçi ve özgürce mübadele ettiği Modern toplumlarda aşk tek eşlilik ve evlilik kurmunun çözüldüğünü görüyoruz. Çünkü bütün bir cinsiyetler tarihi ekonomik kaynak ve cinselliğin mübadale tarihidir. Tarihsel süreçte  kendisine ekonomik kayanklarını sunan erile  cinsel ve üreme yetenğini mübadele eden kadın modern toplumda  üretime katılması ve devlet sübvansiyonlaı nafaka mal paylaşımı gibi modern hukuk aracılığı ile erkeğin kaynaklaırnın kadına transferi sayesinde bağımsızlaşmıştır.

Erkeğin ekonomik kayanklarının ikamesi ve patriyarkanın zayıflaması kadın doğasına gömülü hipergamik özü yani doğada en güçlü ve kaynak açısından en zengin olan ile çiftleşme strtejisini serbetçe uygulamasına yol açmıştır. Mistik kadınlık üzerine kurulu olan aşk evlilik ve tek eşlilik gibi kurumlar erkekler açısından artık riskli ve faydsız kurumlatrdır. Modern erkek hareketine göre cinsellik ve üreme yeteneği kadının doğadaki tek etken gücüdür ve modern kadın bu yetenğini anarşist bir biçimde açığa çıkarmıştır tamda bu nedenle erkeğin ekonomik kaynaklarını modern devlet ile ikame eden kadının cinsel ve üreme yeteneklerini pahalı olmayan ve risksiz yollardan ikamesi erkellerden açısından başat bir gündemdir.

Modern erkekler porno fuhuş gündelik sexe ilgi duymaktadırl yada ilişkilerden kaçınmaktadırlar. Yakın gelecekte kadının üreme ve cinsel yeteneğini yapay rahim ve sex robotları ile ikame eden  distopik bir gelecek kaçınılmaz görünüyor.

Kadın cinsel Erkek ekonomidir. Bu modern cinsiyet dinamiklerinin çatışmasının temelidir 



Koray Aker


17 Haziran 2025 Salı

Osmanlının Yıkılışı Üzerine-Koray Aker

 


Muhafazakar (neo-osmanlıcı) çevreler Osmanlının Kemalizm tarafından yıkıldığına inanıyorlar. Lenin devlet ve devrim eserinde şeyler ilga olmaz sönümlenirler diyor Osmanlıda onu var eden tarihsel toplumsal ve iktisadi koşullar ve ilişkiler ortadan kalktığı için sönümlenmiştir. Osmanlıyı son yüzyılında hırpalayan ekonomik determinizm ve bu ekonomik determinizm ile gelişen yeni sosyal siyasal ve toplumsal gelişimler Osmanlının yıkılışına neden olmuştur.
Batıda gerçekleşen sanayi devrimlerinin nitel sonucu olarak doğan yeni burjuva sınıfının zaman ile ( emperyalleşmesi) ve yine feodalizm çağının kategorisi olan feodal kozmopolit imparatorlukların yerini kapitalizm çağının kategorisi olan ulus devletlerin alması sonucu Osmanlı imparatorluğunun temelleri sarsılmıştır.
Batıdaki burjuva devrimleri ve ulus devletçi fikirler Osmanlının bakiyesi olan tebaaları hareketlendirmiş ve ulus devlet özlemlerini diriltmiştir sanayileşmede geç kalan ve emperyalist dünya sistemi karşısında hasta adama dönüşen Osmanlı birinci paylaşım savaşının sonucunda ittihatçıların ihanet ve hatalı pratikleri yüzünden topraklarının dörtte üçünü nüfusunun ise yüzde yetmişini kaybetmiştir.
Kemalist devrim ise sönümlenen bir tarihsel mirasın selefi olarak geriye kalan Anadolu yarım adasında bir ulus devlet yaratma ve egemen sınıfların emperyalist dünya sistemi ile bütünleşme arzusundan ve zorunluluğundan doğan eski tip bir burjuva devrimdir. Hilafet saltanat gibi eskinin bürokratik ve siyasi ilişkileri tasfiyesi bu süreçte kaçınılmazdır. Ancak Osmanlıyı yıkan Kemalizm değildir. Kemalizm sadece sonuçtur

Koray Aker

22 Mayıs 2025 Perşembe

Burjuva Demagojik Bir Yalan Sözde Kurtuluş Savaşı-Koray Aker






Kemalist resmi ideolojik, aygıtlarca dayatılan, yalan ve kurgu ile inşa edilmiş, çeşitli mitler ve kahramanlık öyküleri şişirilen ve tek adam görüntüsü üzerinden resmedilen, Çanakkale Savaşını gerçekte Alman emperyalistleri yönetiyordu. Kemalistlerin, büyük bir kibir ve gurur ile çizdiği, Çanakkale zafer portresinin asıl aktörleri, Alman emperyalistlerine bağlı ordu komutanlarıydı. Çanakkale'nin baş komutanı ise, bir Alman Amirali olan Liman won Sanders’dir. Tarih bükücü, Resmi tez ideologlarının, Çanakkale Savaşı anlatısı, tarihsel nesnel hiç bir açıdan gerçeğe uymamaktadır. Mustafa Kemal üzerinden, çizilen tek adam rolü gerçekle uyuşmadığı gibi, Çanakkale savaşı emperyalistler arasında gelişen klik savaşının bir cephesiydi. İttihat -Terakki önderliğindeki, Türk burjuva sınıfları, Alman emperyalistleri ile birlikte, bu savaşta yer almışlardı. Aynı zamanda bu savaşta Kürtler, Gürcüler, Lazlar, Tatarlar, Çerkezler, Araplar, Ermeniler ve Rumlardan oluşan yurttaşlar da yer almıştı,

Egemen sınıflar, çıkarları ile uyuşmayan, bütün kötü ve olumsuz örnekleri silmiştir. Çeşitli Ajitasyonlarla, milli benliğin ilk uyandığı yer olarak telaffuz edilen, Çanakkale aslında birçok cephede cereyan eden İtilaf ve ittifak Devletleri arasındaki, bir hegemonya savaşıydı.


Birinci emperyalist paylaşım savaşı öncesi, İngilizler güçlü bir donanmaya ve Hindistan’da geniş bir hâkimiyet alanına sahipti. Öte yandan Avrupa’da kısa süre içinde demir-çelik sanayisi, Üç katı hacmine ulaşan Almanlar, yeni ham madde alanları yaratmak ve uzak pazarlara açılmak istiyordu. Wilhelm Kayser döneminde, zirve yapan Alman yayılmacılığı, paylaşım savaşına katılmak ve pay almak istiyordu. Kayser döneminde Osmanlı ile önemli düzey askeri ve siyasi ilişkiler geliştirilmişti. 1908 küçük burjuvazinin darbesi ile Sultanın iktidarını sallayan Jön Türk Devrimi sonrası, iktidarı ele geçiren İttihat-Terakki kliğinin Alman hayranlığı da, İttifak ve İtilaf Devletleri arsındaki, gerici hegemonya savaşında, Türkiye'nin tercihini belirlemesinde, önemli rol oynamıştı.

Çanakkale Savaşı başladığında, Genelkurmay Başkanı Bronzert V. Sehellendörf, Çanakkale 3. Kolordu komutanı Weber Paşa, donanma komutanı Amiral Souchen, Çanakkale Boğaz Komutanı Amiral Von Usedon, 5. Ordu kurmay başkan yardımcısı Von Wrankenburg idi. Osmanlı ordusunun kurmay heyetinin en önemli mevkilerinde Almanlar çoğunluktaydı. Bu savaşta 19. Tümen komutanlığının başındaki, Mustafa Kemal ise Yarbay rütbesine sahipti.


Döneme ilişkin Şnurov’un şu belirlemesi aydınlatıcıdır:

“Jön Türk devriminden sonra da Türkiye yarı-sömürge karakterini muhafaza ediyordu. Yani kapitalist ülkelerin, ham madde alıp, sanayi mamullerini sattıkları bir pazar durumundaydı. Politik bakımdan Türkiye bağımsız sayılıyordu. Fakat Türkiye, emperyalist ülkelerin elinde oyuncaktı. Bu yüzden Türkiye, ekonomik yönden aşırı derecede bağımlı bulunduğu Almanya tarafından Birinci Dünya Savaşı’na itildi ve Almanya uğruna savaştı. Almanya savaşı kaybedince, Türkiye tam anlamıyla yağma edildi.” (Şnurov-Türkiye proletaryası)

Emperyalizme karşı verilmiş bir mücadele yok, Kemalizm’in bütün savaşı Anadolu halkları ile olmuştur. Kemalizm sermaye düzeni adına, Anadolu’yu kan gölüne çevirmiştir. Ermeni jenosidi, Pontus katliamları, Dersim jenosidi, Koçgiri, Zilan, Ağrı katliamları, homojenleştirme- tek tipleştirme politikaları, asimilasyonlar, Kemalist ideolojik aygıtlarca empoze edilen ve anti-emperyalist demagoji ile çarpıtılan, Kemalist tarihin gerçeği ve özü budur. Çanakkale ve çeşitli cephelerde, sayıları yüz binleri bulan, yoksul Anadolu halkı, emperyalist gerici klik savaşında heba edilmiştir. Enver paşanın Pantürkizm maceracılığı uğruna, Sarıkamış'ta kimi çevrelerce doksan bin olarak öne sürülen, asker hayatını kaybetmiştir. İttihat Terakkinin önderlik ettiği, Türk burjuva sınıflarının, Alman emperyalizmi saflarında yer aldığı, Çanakkale anti- emperyalist bir savaş değil, gerici emperyalistler arasında sürdürülen bir paylaşım savaşıydı. Burjuva moralin aşılanması ve mili benliğin kazınması için, resmi tarih tarafından üretilen, kahramanlık menkıbeleri ve başarı hikayeleri, gerçeğin üstünü örtmektedir. Alman emperyalistlerinin, savaştan yenik ayrılması ile hükmen yenik sayılan, Osmanlının son savaşı da başarısızlıkla sonuçlanmış, 1878-1918 arasında geçen 40 yılda Osmanlı yönetici sınıfı imparatorluk topraklarının %85’ini, nüfusun da %75’ini kaybetmişti. Bu süreçler sonunda, ciddi ekonomik ve politik bir buhrana girmiştir.


Kemalist elit sınıfların, önderliğinde doğan, Türk burjuva Devleti, tekçi-ulusçu bir paradigmaya sahipti. Lozan'da emperyalistlerle, varılan antlaşma sonrası, Türkiye yarı sömürge ve yarı feodal niteliğini koruyordu. Bu antlaşma sonrası Kemalistler, azınlık milletleri ezme politikasın girişti, dillerini yasakladı. Dersimde 1937-38 yıllarında 70 bin Dersimli Kürdü çocuk, yaşlı, sivil ayrımı yapmadan acımasızca katletti ve binlercesini sürgüne yolladı. Kemalistler, Lozan'da Kürt ulusunun, kendi kaderini tayin hakkını çiğneyerek, katliam ve asimilasyonlar yolu ile Kürtleri ve çeşitli etnik azınlıkları Türkleştirdi.

Dönemin adalet bakanı - Mahmut Esat Bozkurt 18 Eylül 1930 günü Devletin Kürtlere bakışını, şu şekilde ifade ediyordu:

“Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır


O dönemin politik durumunu ise Şnurov şu şekilde açıklıyordu:

“Her ne kadar bazı görüntüsel demokratik biçimler varsa da (seçimle meydana getirilen parlamento vb.), Türkiye'de bugün mevcut düzenin özü, bütün demokrasilerden uzak bir diktatörlüktür. Egemen parti dışında hiçbir parti örgütü yoktur ve hiçbir partinin kurulmasına olanak tanınmamaktadır. Sosyal-demokrat partiler bile yasaklanmıştır. Gazete ve dergiler bir an dahi gevşemeyen sıkı bir kontrol altındadır. Hatta bu gazete ve dergilerde hükümet aleyhine ileride herhangi bir makale çıkması olasılığı bile, bunların kapatılmasına yetiyor. Ülkenin tek ve egemen siyasi örgütü olan Halk Partisinin tüzüğüne göre, partinin değişmez başkanı Kemal Paşa'dır.” (Şnurov-Türkiye proletaryası)

17 Şubat-4 Mart 1923 İzmir İktisat kongresinde alınan kararlar, Kemalist burjuva elitin, yönünü tayin ediyordu. Katılımcı delegelerin çoğunluğunun tüccarlar, büyük toprak sahipleri, ağalar, sanayiciler oluşturuyordu. Katılımcı delegeler arasında, İşçiler ise azınlıktaydı. Bu kongrede alınan kararlar ile, Kemalizm yönünü açıktan emperyalizme çevirmişti. Emperyalistler bir takım ödünler vermeye başlayınca, Kemalistler Emperyalistlerle bir dizi antlaşmalara girişti. İşçi sınıfı ise, dönemin koşularında, hiçbir hakka sahip değildi. Kurulan bir takım, düzmece Komünist partiler ise, ileride iktidarını tehdit edebilecek olası hareketlerin önüne geçmek içindi. Nitekim Kemalizm Mustafa Suphi ve yoldaşlarını Karadeniz’de boğdurarak katletmişti.


Özetle Kemalizm bir burjuva ideolojisidir. Milli burjuva devrimine, önderlik eden burjuva-feodal sınıflarının iktidarıdır. Bu yönetici sınıfların altı okla doktrine edilmiş faşist ideolojisidir. Türkiye'nin kapitalistleşme sürecinin, motor gücü olan Kemalizm, kurtuluş savaşı yıllarındaki, cılız anti-emperyalist niteliğini, sonraki yıllarda tamamen kaybederek karşı devrimci çizgiye kaymıştır.

Bir üst tabaka devrimi olan Kemalizm’in bu niteliğini Stalin’den dinleyelim

“Kemalist bir devrim, sadece Türkiye, İran ve Afganistan gibi, sanayi proletaryası hiç olmayan veya hiç denecek kadar az olan, köylülerin güçlü bir toprak devriminin gelişmediği ülkelerde mümkündür. Kemalist devrim, bir üst tabaka devrimidir, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir. Bu devrime, yabancı emperyalistlerle karşı-mücadele içinde varıldı ve devrimin sonraki gelişmesi, esas olarak köylü ve işçilere karşı, evet toprak devrimi imkanlarına karşı yöneliyor.” (Stalin-Kemalist bir Devrim Çin'de Mümkünmüdür)

KORAY AKER

20 Mayıs 2025 Salı

Dersim Komünü, Dersim'de Tarih Öncesi İdari Yapı-Koray Aker

 

"Alevi ocak örgütlemesinin üstünde, aşiretler dahil, hiç bir güç ve yetki mekanizması yoktu. Bir komün görevi gören, cemlerde suçlular, Dar-ı Mansur’a çekilerek, en ağır ceza olan, düşkünlük ile cezalandırılarak, toplumdan soyutlanırdı. Alevi, ocak örgütlenmesi içerisinde, önemli bir kurum olan, düşkünlük cezası, o dönemlerde, modern burjuva mahkemelerinden, daha etkin bir statüye sahipti"







20.yy ikinci yarısına kadar, Dersim’de hiç bir mezar taşında, monoteist ( tek tanrılı) dinlere ait, bir alegoriye (görsel) rastlanmaz. Ölü gömme geleneği eski gens örgütlenmesinde, daha başat olmak üzere, uygarlık süreci boyunca, tüm toplumların yaşamlarında, önemli bir yer tutmuştur. Dersim, tarihi, kültürel, edebi antropolojik, arkeolojik ve sosyal yapısı üzerine, son dönemlerde artan çalışmalar, önemli olmak ile birlikte, resmi ideolojik söylem ve sübjektif çevrelerin, Dersim üzerine geliştirdiği, tezlerin ve çarpıtmaların ötesine geçememiştir.


Engels, Morgan ve Bachofen’in antropolojik çalışmalarında, sözü geçen gens örgütlenmesinin, yabanıl ve barbarlık çağının, üst aşamasına kadar süren, kolektif idare biçimini 18. yy sonlarına kadar dersimde görebiliriz. Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının, ürünü olarak devlet, Dersimde yoktur. Bir dersim aydını olan Nuri Dersimi’nin tespiti ile devlet, ancak Hozat ilçesindeki, idare kurum aracılığı ile varlık gösterebilmiş, ancak askeri, bürokratik, hukuki vb anlamda varlık gösterememiştir. Bu idari yapı ise, hiç bir dönem Dersim aşiret yapısı üzerinde, bir nüfuza sahip değildir. Hatta çoğunlukla bu aşiretlerin, direktifleri ile hareket etmektedir. Dönem, dönem, bu aşiretler tarafından, ilhakçı olarak damgalanıp, saldırılara uğramış, püskürtülmüştür..

Genel bağlamda, Dersim’de devlet yoktur. Öyleyse yüzlerce yıllık, Dersim idari yapısı nasıl bir örgütlenmeye sahipti? Devletin, paranın, ordunun, polisin, hapishanelerin, vb. sınıflı topluma özgü saiklerin, bulunmadığı Dersimde, işler nasıl yürütülüyordu?

Morgan ve Engels, insanlığın toplumsal evrimini, şu üç evrede ele alır.

1-Yabanıl dönem
2- Barbarlık dönemi
3- Uygarlık dönemi

Kaba hatları ile yabanıl dönem, insanın ağaçlardan, gezgin yaşama evrildiği, mızrak ve topuzu keşfettiği, deniz ürünleri ile beslendiği dönemdir.

Barbarlık dönemi çanak çömleğin geliştiği, ok ve yayın keşfi ile, avcılığın geliştiği dönemdir.

Uygarlık dönemi, insanın meta üretimini keşfettiği, kişisel gereksinim yerine, değişim değeri olarak, çeşitli metaların ortaya çıktığı, demirin işlenmesi ile, uygarlığa özgü, kılıç, balta, vb çeşitli sofistike araçların geliştirildiği dönemdir. Tarımda, sabanın keşfi ve büyük hayvan sürülerinin, serpilmesi ile birlikte, insanında bir değişim değeri olarak köle (meta) olarak, alınıp satıldığı ve nihayetinde gens örgütlenmesinin yerini ilk devletlerin aldığı, sınıflı topluma geçiş çağı.

Dersim tarihinde, devlet ordu, bürokrasi, para vb. sınıflı topluma özgü saiklerin olmadığı, yapılan araştırmalar ile ortaya koyulmuştur. Dersimde, yüzlerce yıllık idari yapı, Dersim halkının, tüm toplumsal yaşamında, başat olan, alevi ocak örgütlenmesi aracılığı ile yürütülüyordu. Dersimliler, sorunlarını cemlerde tartışır, burada çözerdi. Aşiretler arasındaki kavgalar dahil, bireysel düşmanlıklar, uzlaşmazlıklar, çatışmalar, bu cem örgütlenmesi içinde, sonuca kavuşturularak çözülürdü.

Alevi ocak örgütlemesinin üstünde, aşiretler dahil, hiç bir güç ve yetki mekanizması yoktu. Bir komün görevi gören, cemlerde suçlular, Dar-ı Mansur’a çekilerek, en ağır ceza olan, düşkünlük ile cezalandırılarak, toplumdan soyutlanırdı. Alevi, ocak örgütlenmesi içerisinde, önemli bir kurum olan, düşkünlük cezası, o dönemlerde, modern burjuva mahkemelerinden, daha etkin bir statüye sahipti.

Söz gelimi, bu cezaya çarptırılanlar, modern hapishanelerin aksine, toplumsal yaşamdan soyutlanarak ve tecrit edilerek, kendi iç muhakemesi ile, baş başa bırakılırdı. Modern dünyada içi boşaltılmış, bir ritüele dönüştürülmüş, cem ayini, Dersim komünü olarak, dersim toplumunun, yüzlerce yıllık, hukuki, ahlaki, toplumsal, sorunlarını çözen, tek merci olarak, Dersimin ilhakına kadar, bu misyonu sürdürmüştür. Tıpkı devlet öncesi, gens örgütlenmesine benzer biçimde…

 (Koray Aker

8 Mayıs 2025 Perşembe

Emperyalist bir doktrin Cihadizm-Koray Aker



Birinci emperyalist paylaşım savaşının hemen öncesiydi, Prusyada demir çelik sanayi çok kısa bir süre içinde üç katı hacmine ulaşmıştı. Yeni hammaddeye ihtiyaç vardı. Yeni hammadde demek, uzak pazarlar, yeni sömürgeler demekti. Dünya pazarları o dönem, Hindasta Britanya, Asyada çarlık Rusya, Afrikada Fransa olmak üzere, bu üç emperyalist klik arasında paylaşılmıştı. Artan demir çelik sanayi, hacmi ile doğan yeni hammadde ihtiyacı, Whilme kayzer döneminde, zirve yapan Prusya yayılmacılığının, iştahını kabartıyordu. Onlarda bu pazardan pay istiyordu. İnsanlık birinci emperyalist, paylaşım savaşı sürecine, bu koşularda hazırlanmıştı.

 

Brismak sonrası, Prusyada iktidara gelen, Wilhelm kayzer, Brismak döneminde Osmanlı ile geliştirilen, sıcak ilişkileri, doruğa çıkartarak,Osmanlı devletinin hilafet makamını ve Sultanın etki alanını kulanarak  düşman britanya ve mütefiklerine karşı  İslam radikalizmini kışkırtarak cihad ilan etmeyi amaçlıyordu. Böylece ingiliz sömürgeciliğinin etki alanlarına zayıflatarak geniş çoğrafyaya yayılan hammade kaynakları ve insan gücüne hükmetmek istiyordu.

Öte yandan en parlak ajanlarını, jeolog ve benzeri sıfatlar altında, geniş Osmanlı coğrafyasının, zenginlik haritasını, çıkarmak için görevlendirmişti. Whilhem kayzer, düşman briyanya sömürgeciliğine karşı etkin bir silah olan cihadizm doktrini kulanmka için  avrupadan, geniş orta-doğu coğrafyasına geniş ve etkili bir probaganda, yürüterek, Britanya alehtarlığını kışkırtmıştı.

 "Kendi imparatorluk hayallerinin böyle engellenmesine kızan Wilhelm, Doğu'daki tüm Almanajan ve diplomatlarına ünlü emrini yayınladı: İngiliz kuzenlerine karşı 'tüm İslam dünyasının gazabı' artık salıverilmeliydi.


Peter Hopkirk-İstanbulun Doğusunda birmeyen oyun

İstanbulda ise, Sultanın emri ile bugünkü, fatih camisi önünde, yayınlanan cihat bildirisi,ile müslümanlar cihat adı altında Britanya ve müttefiklerine karşı savaşmaya davet edilmişti.Bu çağırının, geniş bir coğrafyada, yankı bulması için, Wilhelm kayzer tarafından, orta doğuyu ve İslam coğrafyasını kapsayan, etkin bir propaganda yürütülüyordu.


“ Doğu'nun cami ve pazar yerlerinde, Alman İmparatorluğu'nun gizlice İslam dinini seçtiği söylentileri yayılmaya başlamıştı. Hatta, kendisine verdiği adla "Hacı" Wilhelm Muhammed, kılık değiştirerek Mekke'ye hacca bile gitmişti.

Peter Hopkirk-İstanbulun doğusunda birmeyen oyun

 

Emperyalist emellerini başarıya ulaştırmak isteyen  Kayser, 300 milyon müslümanın halifesi olan, Sultanla orta doğuya ziyaretler yapıyor, Müslüman dostluluğunu, gittiği her alanda, gür bir şekilde dilendiriyor, Şam ziyaretinde İngilizlere, karşı Kudüssü savunmuş, Müslüman savaşçı, Selahattin Eyübünün mezarına çelenk bırakarak, onu övgü ile yâd edmişti.. Alman propaganda araçları, ise bütün bu süreçleri bastırdığı, bedava kartpostallar ve bildirilerle etkin biçimde geniş islam çoğrafyasına yaymıştı. 

Prusyanın bu hamlelerine  karşın, Britanyada  Lawrens gibi  ajanları ile  etkin karşı hamleler yaparak, cihadizmi geniş bir coğrafyada diriltmiş ve Prusyaya karşı kullanmıştı.başarılıda olmuştu.

Özetle cihadizm, bir doktrin olarak, emperyalist çelişmelerin, yoğunlaştığı ve rekabetin merkezileştiği, coğrafyalarda, geçmişten, günümüze, etkin biçimde kullanılmıştır. Bugün aktörler değişmiş olsada, Orta doğudan, Afrikaya, Doğu Avrupa’dan, Asyaya, Suriye, Libya, Irak, Afganistan, Kafkasya, Uygur bölgesi ve geniş bir alanda cereyan eden cihadist hareketler, emperyalist vekâlet savaşının bir tezahüdürü.

Koray Aker





30 Nisan 2025 Çarşamba

Neo Liberalizm ve Mülteci Sorunu Üzerine- Koray Aker

 





Emperyalist savaş makinesi tüm geri sömürge ve yarı sömürge ülkeleri galaktik cehennemlere dönüştürmüştür. Neo liberal kapitalizm ezilenler yığınlar üzerinde yıkıcı bir politikadır. Neo liberalizm tiranlaşan kapitalist sistemin en yıkıcı en şoven en gerici niteliğidir. Neo liberalizm bir toplumsal ilişki biçimi olarak yalnızca yoksulluk üretmez o kapitalizmin ontolojik ve iktisadi bunalımlarına bir cevap olarak sürekli savaş üretir. 


Neo liberalizm tahakkümcü ve kolonyal politikası geri ve sömürge dünya halkları için sürekli ölüm yoksulluk açlık ve göç demektir. Neo liberalizm emperyalist savaşı bir senaryoya kitle ölümlerini ise bir ceset politikasına indirger. Emperyalist savaş nitel bir sonuç olarak yersiz ve yurtsuzlarmış milyonlarca insana yaratır. Mülteci sorunu emperyalist savaşın nitel bir sonucu, doğrudan neo liberal kapitalizmin yarattığı bir toplumsal çelişkidir.


Mülteciler galaktik cehennemlere dönüştürülmüş yurtlarından sürüldükleri ülkelerde o ülke burjuva sınıflarının sömürücü politikasının kurbanı olurlar, Mülteciler sığındıkları ülkelerde ucuz iş gücüdür, ucuz emek nitelikleri yüzünden hem yoksulluk çekerler hem ucuza güvencesiz sosyal haklardan mahrum insanlık dışı koşullarda çalışırlar, Diğer yandan sığındıkları ülkelerin farklı milliyetlerden proleterleri ile rekabet halinde oldukları için istenmeyen hasımlara dönüşür ve hedef haline gelirler.


Mülteci çocukları ve kadınları sığındıkları ülkelerde  hem ucuz emek nitelikleri hem de cinsel nitelikleri yüzünden cinsel ve sınıfsal sömürünün hedefi olurlar. Kadın ve çocuklar üzerinde sınıfsal ve cinsel sömürü daha başat ve baskındır. Mülteci kadınları ve çocukları ucuz emek nitelikleri yüzünden bir yandan emeği ucuza metalaştırılıp güvencesiz koşullarda çalışırken diğer yandan cinsel niteliklerinden dolayı sürekli bir tehdit altındadır. Mülteci kadınları ve çocukları ucuz emek niteliklerinin yanı sıra bedenleri de metalaştırılarak fuhuşsa sürüklenir tecavüz ve cinsel tacizin hedefi haline gelirler.


Kitlesel göçler beraberinde hedef ülkelerde milliyetçi bağışıklığa ve saldırılara yol açar çünkü kitlesel göçler hedef ülkelerde çeşitli ekonomik kültürel ve toplumsal çelişkilere yol açar ,her mülteci sınıfsal açıdan burjuvazi için ucuz emek demektir bu o ülke proleterleri ile mülteciler arasında bir rekabet koşullu oluşturur sınıf hisleri kör olan işçiler katlanan işsizliğin ve yoksulluğun  sorumlusu olarak mültecileri görür ve onu düşmanlaştırır.


Kitlesel mülteci nüfusu sığındığı ülkede yalnızca emek alanında rekabete yol açmaz yükselen kiralar ve mülteciler için değişen arz ve talep ilişkileri sosyal yardımların dağılımı  ekonomik gerileme vb. nedenlerden dolayı mülteciler daima boy hedefi olur ve çeşitli düzeylerde fiziksel ve psikolojik saldırıların ve ötekileştirme politikasının hedefi olur.


Mültecileri hedef haline getiren bir diğer etken ise sığındıkları ülkelerde demografik ve kültürel özelliklerine yönelik tehdit edici ve kışkırtıcı özellikleridir. Entegrasyonu güç olan farklı kültürlerden kitlesel mülteci nüfusu milliyetçi ve saldırgan politikanın hedefi haline gelir. Emperyalist yağma savaşının özneleri ve kurbanları olan mülteciler sığındıkları tüm toplumlarda sayısız uğursuz nitelikleri ile birer günah keçisine dönüştürürler ve her türlü milliyetçi saldırgan politikanın ve toplumsal stigmaların hedefi haline gelirler.


Zygmunt Bauman dağimi ile Mülteciler ya zorla sürülmüşler ya da korkudan anavatanlarından kaçmak zorunda kalmışlardır, ama başka bir vatana girmelerine izin verilmez. Onlar yer değiştiriyor değildir, yeryüzündeki yerlerini yitiriyorlar.


Madalyonun Diğer Yüzü-

Kitleler mülteci sorununda nedenler ile değil sonuçlar ile ilgilenirler.Sosyo-ekonomik açıdan geri ve yoksul bir ülkeye milyonlarca mülteci sosyal ekonomik ve siysal sonuçlarını hesap etmeden  kabul etmek ve ülkeyi adeta bir mülteci kampına dönüştürmek suçtur. 

 Mülteci sorunun bir devlet politikası olduğunu görüyoruz sadece siysal iktidarın değil bütünsel olarak siysal erkin konsensüs olduğu ve mülteci sorununda kitlelerden gelen tepkilere ve bağışıklığa kayıtsız kalındığı görülüyor

Peki neden ? Çünkü  mülteciler her şeyden önce bir savaş ekonomisi yaratmışlardır. Kayıt dışı milyonlarca mülteci çalıştırılarak ciddi bir ucuz emek havuzu yaratılmıştır. Egemenler kitleler arasında meydana çıkan işsizlik yüksek kira ve konut fiyatları kültürel çatışmalar vb. ilgilenmiyorlar Çünkü mültecilerin sırtından ciddi karlar elde ediyorlar hem yabancı hemde yerli sermaye sınıfları için mülteciler ucuz emek havuzudur. 

 Batılı emperyalistler milyonlarca mülteci sahiplenme karşılığında Türk devletine ciddi ekonomik kaynak ve siysal tavizler vermişlerdir. 

Ortaoğudaki paylaşım savaşının amacı yanlızca sınırları yeniden tayin etmek ve kaynakları yağmalamak değildir. Emperyalizm sömürge haline getirdiği ülkelerin sadece zenginliklerine ve kaynaklarına el koymuyor sömürgeleştirdiği ülkele insanların bedenlerinde sömürgeleştirerek bu geniş pastoral nufusu proleterleleştirerek yeniden üretimin bir parçası haline getiriyor. Bu işlevsiz pastyoral nufuzun ucuz emek havuzuna dönüştürülmesi ve basit yeniden üretmin bir zinciri haline gelmesi neo liberal bir politikadır.


Bedenlerin sömürgeleştirdiği insan kaynağını sadece ucuz emek havuzuna dönüştürmüyor yüzbinlercesini fuhuşa sürüklüyor, organlarını yağmalıyor demografik çatışmaların ve siyasi çekişmelerin öznesi haline getirip kırdırıyor.


Milyonlarca mülteciyi sahiplenen Türk devletinin en temel motivasyonu ise Kürt sorunudur. Misakı mili nostaljisine sahip olan Türk hakim sınıfları şamda namaz kılamadılar Türkmen dağında tutunamadılar belki ancak Kürtlerden boşaltacakları alanlara Bu mültecileri yerleştirerek hem olası Bir Kürt devleti yada statüsüne engel olmuş olacak hem bu alanlardaki ganimetlere çökecekler. Mülteci sorunu bu yüzden devlet politikasıdır siyaset üstüdür.



KORAY AKE


Başköylü Hasan Efendi -Nutuk

Yer gök yok iken biz var idik Varın emriyle sır gömleğini giydik Nikâhımız kılındı ervahı ezele erdik Rahmet Deryası’ndan gayri yok dediler....